7 Ocak 2009 Çarşamba

ELMA …

Ölçüt alıp , sorguya çektiğim zaman; ruhuma doladığım arsız filizlerimi bir bir budayıp anlamak kılığındaki envai kabullenişler ile duyabilmeyi aşıladı gövdeme.

Büyüdükçe ben -yağmurlar yağdıktan, güneş açtıktan sonra- aşılanmış dallarımda çiçekler boy göstermeye başladı….

… Derken yediveren bir elmaya dönüştüm. Elmanın yedivereni olur mu demeyin sakın, Havva anamın adını kötüye çıkartan bu elmanın her şeyi olur…

Kızardıkça elmalar hırsızlığı da öğrendim, kandırmayı da. İnkar edip unutmayı da. Unuttukça uydurmayı da öğrendim… Herkesin dinlediği çeşit çeşit masallar uydurdum. Başı anlaşılmadan sonu belli olan masalın gökten düşen üç elması da; malumunuz bendenizden armağan...

Masal deyip geçmeyin sakın. Öyle masallar ki, bir an o masallara inanmayanınız kalmadı. An geldi; masallar aslını bile geçti. Neydi gerçek karıştırır olduk. Öyle içimiz geçmiş ki; gündüz gözüyle rüya sandığımız düşler görmeye başladık. Ağaçların arkamızdan fısıldadığı derin ormanlar yerine kalabalıklar içinde şaşırıp öfkeyle birbirimizin gözlerini oyduk…

Apansız fırtınalar peyda oldu, gök lime lime ayrılıp keder kustu , kabus kustu…

Yerçekimini yitirmiş algılarımız panoramik bir yalnızlık içine attı bizi.

Neyse ki ateş püsküren yedi başı ejderhanın soyu çoktan tükendi. Çünkü; namı atasını geçen, gözü pek,kanı deli, kudreti eşsiz yiğitlerin yerine ıssız adamların trajik sonları geldi. Adı kalbe yara, ak kızların içine kara kaçtı…

Yarası derin bir hikaye bu aslında. Acıdan sağır, uzun bedeni sığımsız...

Toplaşıp bu günü boşa gark ettiren ruhlar, yarını rehine bırakıp kısırlaştıracak başka masallar arasa da biz yarım elma, gönül alma diye mutlu bir hayat dileyelim sunulana inat hayal ettiğini arayanlara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder